SEN O NASIRLI ELİNLE YAZMAYA DEVAM ET BARIŞ, BİZ OKURUZ…

Paylaş

“Hiç canını sıkma kardeşim, yine baştan yazarız.”
27 yaşındaydım ve terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyordum. Koğuşlarımızın açıldığı cezaevi maltasında Barış Terkoğlu’nu gördüm. Avukat görüşünden dönüyordu.
Haftalar önce tutuklanmasaydık ilk kitabımızı yayınevine teslim etmiş olacaktık.
İzin vermediler.
14 Şubat 2011 sabahı evimize gelen onlarca polis hem bizi hem tüm bilgisayarlarımızı ele geçirdi.
Gardiyanların hızlıca koğuşa sokmaya çalıştığı Barış’a “Kitap da gitti, yazık oldu onca emeğe” diye bağırdım.
Yanıtı, bu yazının ilk cümlesi oldu.
Sahi, yazar mıydık?
İyi de nasıl?
Birbirimizi bile göremiyorduk ki…
Bir gün avukatımla o küçücük görüş odasında konuşuyorduk.
Barış’ın bana yazdığı bir mektubu verdi, gizlice okumaya başladım. ‘Yazalım’ diyordu.
Dönemin Taraf gazetesi WikiLeaks belgelerini sansürleyerek yayımlıyor, Fethullahçıları zora sokacak bölümleri saklıyordu.
Madem öyle, asıl şimdi yazmalı, bizi içeri atanlara kalemimizle meydan okumalıydık.
Gizli yazışmalarımız günlerce sürdü.
Konuları paylaştık, iş bölümünü yaptık.
Dışarıdaki dostlarımız belgeleri Türkçeye çeviriyor, onlarca sayfayı parça parça içeri sokuyorduk.
Gece olduğunda da hücremizdeki o plastik masaya oturuyor, boş beyaz kâğıtlara elimizle yazmaya başlıyorduk.
El yazılı sayfalar yine gizlice dışarıya çıkarılıyor, eşlerimiz tarafından bilgisayara geçiriliyordu. Kimse duyup engellemesin diye sakladığımız bu süreç aylar sürdü.
Bir gün Çağlayan Adliyesi’nde duruşmamız vardı.
Ne güzel bir gündü, sanık sandalyesinde de olsak sevdiklerimizi görüyorduk. Sonra, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’la göz göze geldik. Haluk ağabey onlarca jandarmanın arasından bir kâğıt uzattı bize.
Kimse anlamadı ama kitap sözleşmesiydi.
Duruşmaya ara verildi. Adliyenin nezarethanedeydik.
Orada imzaladık sözleşmeyi.
Artık heyecanla ilk kitabımızın çıkmasını bekliyorduk…
Ve o gün geldi.
Koğuşta yerimde duramıyor ve kitaba dair gazetelerde çıkan haberleri tekrar tekrar okuyordum.
Başarmıştık. Gazetecilikten tutuklanmış, tutuklu olsak da gazetecilik yapmıştık. Dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama biz Barış’la birbirimizi görmeden cezaevinde ortak kitap yazmıştık. Önsözünü de bir başka koğuşta abide gibi dik duran Doğan Yurdakul ağabey kaleme almıştı.
‘Sızıntı/WikiLeaks’te Ünlü Türkler’ kitabının çıkış öyküsü böyleydi.
Bu topraklardaki adaletsizliklerin nasıl planlandığını gizli Amerikan belgeleriyle ortaya koyduk.
İktidarın devlete yerleştirdiği terör örgütünün büyükelçilere verdiği kirli brifingleri duyurduk.
Evet, kimine göre teröristtik ama aylarca en çok okunan bir kitabın yazarlarıydık da…
19 ay tutuklu kaldık.
Gün geldi, devlet ‘Pardon’ dedi, beraat ettik.
Bizi yargılayan hâkimler kaçtı, bizi mahkeme önüne atan savcılar kaçtı, bizi takip eden polisler kaçtı. Bilirkişi diye önümüze attıkları şakirtler bile kaçtı. Biz ise iman tahtamıza memleket ve hürriyet yazdık.
Şimdi 40 yaşındayım. Barış’ın da benim de parmaklarımızda bir nasır halen duruyor.
Bu satırları yazarken ona bakıyorum.
Bundan 12 yıl önce ellerimizle yazdığımız kitabın nasırı, ‘Yine yazarız’ diye bana sesleniyor.
Ve şimdi yine yeni bir mücadelenin içine giriyorum.
Can güvenliğimin olmayacağını bilecek deneyimdeyim.
Lakin kimsenin kuşkusu olmasın, yine yazacağım.
Ne güzel demiş
Ahmet Telli: Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün…”

xxxx

8 aylığına beşinci kez cezaevine giren Meslektaşımız Barış Pehlivan’ın son yazısıdır alıntıladığımız.
Barış kimseyi öldürmedi, kimseye tecavüz etmedi, uyuşturucu satmadı!
(Silivri’deki Tele1 Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da öyle)
O; hüküm belirtilmeyen bir dava gerekçe gösterilerek -çıkan yeni yasayla hükmü kesinleşmiş çok ağır suçları işleyenler hapisten çıkarken- hapse atıldı. Hakkı olan yasadan da yararlandırılmadı Barış!
“Ben girerim yine içerde yazmaya devam ederim” dedi cezaevine girerken de…
“Adaşı” Barış Terkoğlu da şöyle yazdı ardından;
“Barış Pehlivan’ı götürüp cezaevine teslim ettik. İktidarın ‘iyi çocukları’ devam etsin diye onların boşalttığı koğuşa girdi. Türkiye’de siyasi mahpusları lanetleyip, eli kanlıların sırtını okşayan tek kişilik düzenin resmiydi sadece.
Eğri ile doğru yazıldığında herkes duvarların doğru tarafında olacak.
Barış bizden uzak olmayacak.”

xxxx

Barış Pehlivan’ın cezaevine girmesi; toplumun doğru bilgilenmesine, gerçekleri bilme öğrenme hakkına el koymakla eştir.
Düşünsenize;
emeğiyle geçinen toplumun önünde olmayan tam tersine toplumun önünde olanları izleyen, hep suç ve suçluları araştırıp kanıtlarıyla gazetesinde yazıp ekranda söyleyen Barış, bir organize suç örgütü lideri, çete mensubu vs. olsaydı “pandemi affı”ndan yararlanabilecekti.
Basında sansürün kaldırılışının 115.yılında ülkemizde medya, maalesef kuşatma altında.
Gazetecilik bu ülkede, Eski’sinde de, Yeni’sinde de, hep zor iş oldu.
Gazetecilik etiği: J.Gross’un da dediği gibi bir hizmet etiğidir.
Bu hizmetin “izindeki” Barış Pehlivan’ın da başına da gelmeyen kalmamıştır.
Onun kaleminin “mürekkebi alınterinden, diğer kısmı şeref-haysiyet-onur alaşımındandır…”