ALİ SİRMEN’İN MAHPUSLUK KEHRİBAR TESBİHİ…

Paylaş

Türk basının anıt isimlerinden Ali Sirmen’in ardından meslektaşları yazılar yazdı.
Emre Kongar Hocam, Altan Öymen, Orhan Bursalı, Zülal Kalkandelen, Erdal Atabek,
Miyase İlknur, Mine G. Kırıkkanat bu isimler arasında ilk aklıma gelenlerdi.
Hepsini okududm ama Kırıkkanat’ın yazdıkları farklıydı kanımca.
Ne de olsa 45 yıllık dostuydu o!
Kırıkkanat “Ali Sirmen, duygu yüklü en güzel yazılarını, 1985-86 yılları arasında
hapishaneden, Samim Lütfi imzasıyla yazdığını, Samim Lütfi’nin, baba tarafından
dedesinin adı olduğunu, babasız büyüdüğünü, çünkü babası Samim Sirmen’in annesi
Rahşan’ı hamileyken bırakıp ABD’ye gittiğini anlatmış.
Devam ediyor Kırıkkanat: “10 Kasım 1939’da İstanbul’da babasız doğan oğula, Ali
Gazanfer Sirmen adı verildi. Annesi ve babası, zaman içinde ayrı hayatlar kurdular
kendilerine.
Gazetecilikte ikinci adı Gazanfer’i kullanmayan
Ali Sirmen, 1979’da ilk kez ABD’ye gittiğinde ünlü bir yazardı. Babasına telefon etti.
Samim Bey, hiç görmediği oğlunu Dallas’a davet etti. Uçak biletini de gönderdi. Kan
çeker derler ya, baba oğul Samim ve Ali, birbirlerini görür görmez sevdiler.
Babasının ikinci evliliğinden beş Amerikalı kardeşi vardı Ali’nin: Denis, Susan, Kenny,
Cindy ve Laury. Aynı soyadını taşıyor, sadece farklı söylüyorlardı.
Ali Sirmen’i de “Ali Sörmın” olarak bağırlarına bastılar.
Öylesine kibar, öylesine soylu bir insandı ki Ali Sirmen, 40 yaşında kavuşabildiği
babasına bir kez bile sitem etmedi. Hamile annesiyle birlikte terk edilmişliğinin hesabını
sormadı. …


Baba Samim Sirmen, Dallas’taki kavuşmadan sonra iki kez Türkiye’ye geldi. Mine ve Ali
Sirmen, evlerinde onu terk , onu terk ettiği ilk eşi Rahşan’la buluşturdular.

Samim Sirmen Türkiye’ye ikinci kez geldiğinde Ali Sirmen “Aydınların Davası” Barış
Derneği Davası’ndan tutukluydu, kendisi de hastaydı. Çok zamanı kalmamıştı, biliyordu.
Geç kavuşup çok sevdiği oğluna veda ziyareti, demir parmaklıklar ardında gerçekleşti.
Ali, o görüşmede babasına kehribar taşlı ‘mahpusluk’ tespihini verdi.
Samim Sirmen, Dallas’a döndükten iki ay sonra öldü. Türk oğlunun kehribar tespihiyle
gömülmek istemişti, öyle oldu. Ali Sirmen, işte o zaman aralığında “Samim Lütfi” adıyla
yazıyor ve mahlasıyla hem babasını hem dedesini anıyor; bir anlamda onları
bağışlıyordu… “


Mine G. Kırıkkanat, şöyle bitirtir yazıyı; “Ali Sirmen, romandır. Öyle bir roman ki gelini gibi
değil, kızı gibi sevdiği Deniz Sirmen’in doğum günü 17 Mart’ta aramızdan ayrıldı.
Unutma demek istiyordu. Unutmayın…”
Fransız okullarında, ikimize de şiirleri ezberletilen Alphonse de Lamartine’in bir dizesini
çok severdik: ‘Tek bir varlık eksilir, her yer çölleşir.’
Işığın söndü, dünya karardı, Ali. Seni unutmak ne mümkün?
Daha anlatacağım çok öykün var…”


Kırıkkanat’a göre;
Ali Sirmen, “Kör bir hızarın dişlilerine takılmış Türkiye’nin çıkışlardan çok inişlerle süren
yolculuğuna 1965 yılından beri eşlik eden sıra dışı bir yazar ve gazetecidir.
Sıra dışıdır, çünkü kör hızarın ekonomiden politikaya derken sosyolojiye yansıyan
mezbahasına uyum gösteren çoğu meslektaşımız bin kez taraf ve fikir değiştirirken, Ali
Sirmen ne dedi, ne yazdıysa o kalan, amasız ve çünküsüz dimdik duranlardandır.”


Bu bölümde Ali Sirmen’den
Nadir Nadi, Uğur Mumcu ve
İlhan Selçuk’lu anekdotları
alıntılayalım;
“Nadir Bey, Ağustos 1991’de öldüğünde Yeniköy’deki eve gittik, tabutu salonda masanın
üzerinde duruyor.
Nadir Bey’in eşi: ‘Al bakalım ben kocasız kaldım, sen babasız’ dedi. İkincisi, ölümünden
kısa bir süre önce yine Yeniköy’de, Nadir Bey tekerlekli sandalyesinde oturuyor.
Alacakaranlık hava, Nadir Bey de iyice hasta.
‘Sayenizde kaç sene onurumuzla gazetecilik yaptık’ dedim.
Baktım yaşlar inmeye başladı gözünden.
Böyle bir yakınlık vardı. Uğur (Mumcu) derdi, ‘Burası ailedir. Ben ailenin doktora yapan
çocuğuyum, sen, ailenin şakacı haylaz çocuğu, İlhan Abi, ailenin işlerini yürüten büyük
abisidir.’ Hakikaten öyleydi.
İlhan Abi, İlhan Abi’ydi işte. Üçüncüsü de, bir gün Nadir Bey’in odasında oturuyoruz.
İlhan Abi geldi sonra odaya. Nadir Bey baktı, ‘Hoş geldin İlhan Abi’ dedi. Böyle bir aileydi
orası.


Ali Sirmen, Cumhuriyet Gazetesi ile özdeşleşmiş bir yazardı.
İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Uğur Mumcu gibi.
Her biri tespitleriyle, entelektüellikleriyle okurun ufkunu açan, toplumu aydınlatan
kalemlerdi.
O hep “kitap okuyan ve aynı duvara tekrar tekrar toslamadan öğrenmeyi başaran bir
Türkiye” düşlerdi.
90’lı yıllarda Fransız Eğitim Bakanlığı “Sanat Ve Kültür Şövalyesi” madalyası takmıştı Ali
Sirmen’e.
Atilla Dorsay ve Zeynep Oral’a da.
Zeka, bilgi, birikim ve mizah simgesi şövalye;
Ali Sirmen…

“Kırıkkanat’ın yazısı, edebiyat tarihine not düşen bir Ali Sirmen yazısı.”
Sirmen ve ailesini anlatan en zarif makalelerden biri olmuş.
Çoktan arşivime aldım bile…